KALU, MASALI TERSTEN OKUMAK
“Dilim Olmazsa Ben Neylerim”
ULAK
“KALU, Masalı Tersten Okumak”
Yönetmen- Senaryo: Çağan Irmak,
Yapımcı: Şükrü Avşar
Görüntü: Mirsad Herovic
Müzik: Evanthia Reboutsika
Oyuncular: Melis Birkan (Emine), Feride Çetin (Adem'in Eşi), Yetkin Dikinciler Adem, Hümeyra (Meryem), Cemal Hünal (Ulak İbrahim), Şerif Sezer (Esma) Çetin Tekindor (Masalcı Zekeriya) Ömer Hüsnü Turat (Musa), Atakan Yağız (Ferhat)
Yapım Yılı: 2007
Süre: 109dk
“... Biz ki evvel hepimiz kardeştik,
Bütün kitaplar hepimiz için gelmedi mi?
De ki şimdi ne değişti.
Ne oldu bize gayri...” Mehmet'in Kitabından...
Masallar vardır, geçmişten haber eder insanlığa, masallar vardır eğlencelik. Masalcılar vardır, herkes gibi, yer içer dolaşır, eğlenir, masalcılar vardır, insanı kendi ile yüzleştiren. Bu masalda böyle bir masaldır. Gökten düşmeyen elmaları saymazsak, anneannelerimizin, babaannelerimizin anlattığı masallardan bir farkı yoktur. Tıpkı filmler gibi, filmler de yönetmenlerin anlattığı masallar değil midir zaten. Hele hele Çağan Irmak gibi açık açık masalcılık yapan biri olunca anlatılan masalı dinlemek keyfiden öte Bir şey kazandırır insanoğluna. Film neredeyse tamamı bir platoda geçen yegane örneklerdendir. Sanat yönetimi ve dekor tasarım Mustafa Ziya Ülkenciler'in sihirli ellerinden çıkmış. Filmin başlangıcındaki “yazı” misali tüm filmde kullanılan tüm göstergeler, semboller, diller, işaretler, harfler ve daha birçok imgesel ve simgesel objeler özenle seçilmiş. Kah kendinizi “Ege Lisanıyla” İzmir civarında bir önceki filmdeki Deniz'in yerinde buluyorsunuz, kah zılgıt çeken kadınlarla, doğuda, oryantalist kültürün bir parçası. Kullanılan harflerin eski kent dilinde oluşu da tüm dünyaya yayıldığını anlatmak için kullanılmış bu masalda.
Masallarda diğer çağdaş edebiyat unsurlarının aksine, “yer”, “mekan” “uzam” üçgeni yoktur. Ne yer bellidir, ne de zaman. Uzam ise sen hayal ettiğin müddetçe vardır. Ta ki biri çıkıp da sana kim olduğunu, bu dünyada ne aradığını söyleyene kadar sen de anlamazsın bu masalda ne aradığını. İşte anlatıcı ya da masalcı bizi bu dünyadan kurtaran bir otacıdır, şifacıdır. Kah Shakespeare’de kah da Anadolu söylencelerinde çokça anlatılır. İnsanlar, senin yaptığın iyiliği, senin ağzından duymak, bilmek, tanık olmak istemez çünki. Masalcı bu durumu da ortadan kaldırır.
Bütün güzel hikayat,
Bütün güzel masallar gibi,
Bu da Yaradan'ın adı ile başlar...
Küçükken orta oyunu, ya da hayal perdesi yani Karagöz Hacivat oyunu izleyenler, Ortaoyuncunun yahut Hayalcinin şu sözünü duyarlar...
HAY HAK!
Allah'ın birliğini, temaşasını simgeleyen bu söz aynı zamanda İnsan'ın içindeki Tanrı'yı da anlatır.
Anadolu'da bazı toplumlar halen Tanrı'nın adını “ulu orta” söylemezler, işte masalın bu çok dilliği ve çok dinliği evrenselliğini de anlatır.
Masalcı ilk köyde anlattığı yalnızca Ulak İbrahim'in köye girişidir. Masalda ilk soruyla yarıda kalır. “Ne geldi başına?”
Ulak İbrahim’in başına ne geldiğini öğrenmemiz için masalcının bir başka köye gitmesi gerekmektedir. Yeni bir köy de bulunur seyyaha. Bu köy de dışarıdan diğer köylere benzer, oyuncular da özellikle kısmen ilk köydekilerle aynıdır. Çünki konunun “tiplerle” bir alakası yoktur. Masalda her köy birbirinin aynıdır. Kadınlar alışmıştır bu köyde kocalarının hizmetçisi olmaya, değişik gelir bu yüzden erkeklerin sofra toplaması. Onlar dedikodu yapmaya, eğriye doğru, doğruya eğri demeye alışmışlardır. Masalcı Zekeriya anlamıştır, bu köyün farklı olduğunu. Her ne kadar masalda tarih olmasa da bahsi geçen, ortaoyunu, hayal perdesi, kulplu kahve fincanları ki atalarımız ona “yandan çarklı” derlerdi, bize belli belirsiz bir tarih verir sanki. Bir önceki köyde çocuğun sorduğu yerden devam ederiz masala, İbrahim'e ne olmuştu? İnsanlar görmediği bilmediği şeyi hayal edemez. Masalları da hikayeleri de resimleri de hatta rüyaları da bilinçaltına attığı suretlerden çıkartır, anlatır, söyler, çizer. Çocuklarda öyle yapar.
Masaldaki tek masalcı da Zekeriya değildir. Bunu da ileride daha kolay anlayacağız. İlk masalı masalcı çocuklara, ikinci masalı da “Rabia Nene” anlatır İbrahim'in başında toplananlara.
Ne oluyor lan burada! Sözüyle masala başka bir söz daha eklenir. Adem belki kalabalığı dağıtamaz ama gücü oğlu Ferhat'a yeter. İnsanlar korktuğu şeyi sevmez bir tek. Fenalığı kul da bağışlar, Rab da. Masal yarıda kesilir bir kez daha. Esma, hiç bir şeyden anlamayan kızını bir zamanlar kendine yapıldığı gibi satmaya giderken, kendisini insanlığa diğerlerinin de kendine yaptığı gibi başka başka göstermeye çalışmaktadır. Belki başka çaresi yoktur. Belki de kendine bu iş daha kolay gelmektedir. Köyde, herkesin bir sırrı her kesin bir günahı vardır. Hiç günahı olmadığını düşünen bile günahsız değildir.
Müziklerde zaman zaman da “bir önceki filmi olan” Babam ve Oğlum'un müzikleri kullanılması Deniz'in masallarını hatırlatır. Picasso şöyle der, benim resim yapmam, kimilerinin öz yaşamlarını yazması gibidir. Bu kelam, her filminin senaryosunu yazan bir yönetmenle birleşince her filmi bir diğer filminin bağlantısı olduğunu hissettirir.
Zekeriya, Ömer'e; Ömer de Davut'a; Davut da Ferhat hariç diğer çocuklara söyler. Çocuklar da bize.
Kurt kuş uyunca, el ayak çekilince eski ahırda, kimseye söyleme...
Çocuklar herkesin uyumasını bekler. Ömer onları masalcıya ulaştıracaktır. Masal devam eder. Ferhat'da ordadır. Kurtuluşu olmayanlar kendilerini hayallerine adarlar. Adem, Ulak'ın kuduz olup olmadığını su ile sınadığı esnada, Masal dünyasından bir kez daha çıkarız. Zekeriya kayıp gençlerin suretlerinin olduğu parşömeni çocuklara gösterdiği vakit biz de anlarız ki aslında masal diye dinlediğimiz şey gerçeğin ta kendisi. Hiçbir günah gizli kalmaz. Tıpkı masalar gibi. Ferhat'ın babası olarak gördüğü adamın da günahları kendini asarak kurtarır kendini bu azaptan.
Her gün önünde el pençe divan durdukları Adem'in dirisine gösterdikleri saygıyı ölüsüne göstermezler. Hatta Ferhat'ın anlatımıyla onun mezarına işer. Köylü bu zalimden kurtulduğuna sevindiği sırada, kaybolan, öldürülen çocukların hayaletleri çıkar. Onlara bilip de sustukları için ah eder ve lanetler, onlardan kendilerine etmedikleri duaların hesabını sorar. Bir rüzgarla baş başa bırakır. Film zaman zaman bu dünyadan alışık olduğunuz Alevi Bektaşi inancında çokça rastladığımız kavramlar olan Kırklar ve Yediler'den de bahsederek, bize bir çeşit masal olan menkıbeleri de hatırlatır. Birkaç gere gördüğümüz kuş evleri de bize aslında bu köyün de diğerlerinden bir farkı olmadığını anlatır. Çünki biliriz ki hayvanları sevmeyen insanları da sevmez. Lakin kuş evleri boştur. Çünki insanları artık kimse sevmemekte ve dinlemektedir. Yönetmen çok yapmadığı bir şeyi de yapmış bu filmde, hayaletlerden biri de kendisidir. İnsan merak ettiği sürece yaşar, diğer köylerde bir günde anlattığı masalı, anlatamaz masalcı. Masal bir daha bir soruyla daha yarıda kalır. Adamlar o kişileri neden öldürdü?
Güneş doğarken çocukların yorgun düşen bedenleri uykuya daha çok ihtiyaç duyar. Büyükler o kadar etkilenmez uykusuzluktan. Uyanmayan çocuklar da köydeki işlerin yarım kalmasına sebep olmuşlardır. İşleri yarım kalan köylü de kendi yaptıkları sapkınlıklarla suçlar Masalcı Zekeriya'yı. Film ilerledikçe Masalcı Zekeriya'nın, salt masalcı olmadığını aynı zamanda bir Otacı olduğunu hasta kıza verdiği ilaçtan anlarız. Melek de üçüncü masalı anlatır annesine biraz doğru biraz da kurmacadır. Masalcı öyle bir masal anlatmıştır ki, korkanların cesaretleri gelmiş, cahiller bilgisizliği yenmiştir. Tanrı kutsal kitapta söyle seslenir Havva ile Adem’e bu cennet meyveleri sınırsızdır hepsinden yemekte özgürsünüz, yalnız; şuradaki gerçeği bilme ağacından yemeyin. İşte bilgi o ağacın meyvesidir yahut Prometeus'un Tanrılar katından çaldığı ateş. Eğer zalimleri yenemezseniz, onlardan korunmak için onların yanında olanlardan olursunuz. Bilmediğinden korkan her âdemoğlu gibi köylüde bilmediği Masalcı'dan korkar. Pir Sultan'a, Hallac-ı Mansur'a, Mehmed Aziz'e, Şeyh Bedreddin'e, Börklüce Mustafa'ya, Deniz Gezmiş'e yahut bilmediğimiz, adını dillendiremediğimiz; diğerlerine yaptıklarına yaparlar. Devleti milleti bölmekle, dinlerini değiştirmekle, ajanlıkla, pedofiliyle yahut başka başka iftiralarla suçlarlar. Zekeriya'yı da aynı nedenlerle köyden kovarlar. Hatta ondan önce ve sonra gelenlere yaptıkları gibi bilgiden korkar ve öldürmek isterler. Masalcı, Mehmet’in sürekli sondan anlattığı hikayesini anlatmaya tekrar koyulur. Mehmed, babası Hekim yani Otacı olan bir adamın nüzul yani kötürüm oğludur. Mehmed hakikat kitabı yazar kendini mehdi ilan eden diğerleri gibi. Ama İsa Mesih'i ele veren Yehuda İskaryot gibi, onu da kendi havarilerinden biri ele verir. Aydınlanmadan korkan bir kısım insan, Tanrı'nın kelamlarını duydukları zaman korktular. Çünki kendi kolaylarına gelen dünyadan kurtulmak zor gelir insanoğluna. Mehmet’in havarilerinden biri de Çağan Irmak'tır. Çünki yönetmenler aydınlığı gören ve ona tabi olan kişilerdir. Mehmed, öldürülmeden önce yazdığı kitabın bir nüshasını da babasının heybesine koyar. Bizim dinlediğimiz masal da işte bu kitaptandır. Masalcı'ya herkesin katılması gerekir, Davud'da, Meryem'de diğerleri de masala ve onu yazamaya devam eder. Ulak herkes için ayrı ayrıdır. Kimini kucaklayan bir baba, kimini atının terhisinde seyyaha çıkartan bir yağız delikanlı. Ulak herkesin kalbindeki eksiklikti, yokluk hiçliği dolduran bir kahramandı. Masala inanabilmek için sadece onu anlatanın ona inanması yetmez. Dinleyenlerin de ona inanması gerekir. Ferhat'a vuran Adem onun kafasının taşa çarpmasına sebep olmuştur. Küçük Ferhat'ın imdadına da yine türlü iftiralarla köyden kovdukları adam kurtaracaktır. Saffet de başka bir Masal anlatır kardeşi Melek'e inanarak. Tüm köylü yaptığı kötülüğün cezasını da cüzama yakalanarak ödeyecektir. Kurtulanlarsa sadece masalı bilenler, Ulak'a inanlar olacaktır. Kaderlerini değiştirmek için yeni bir masal anlatmaları gerekir, Zekeriya da Ferhat’la beraber Ulak'ın yanına gittiğinden masalı bu kez Ömer anlatır. Ve insanoğlunun en eski masalı olan kutsal kitaplara kaynaklık eden, Tekvin yani Çıkış başlar. Onları günahkarlar dünyasından kurtaran tek şey olan birbirlerine olan “yakınlığı, tutkusu” ve Masal'a olan inançları kalmıştır. Tıpkı, Mısırdan çıkışta Tanrı'nın koyduğu şart olan “Kelam”a olan inanç gibidir bu masala inanlarda.
İyi izlenceler...
Murad Çobanoğlu
ULAK
“KALU, Masalı Tersten Okumak”
Yönetmen- Senaryo: Çağan Irmak,
Yapımcı: Şükrü Avşar
Görüntü: Mirsad Herovic
Müzik: Evanthia Reboutsika
Oyuncular: Melis Birkan (Emine), Feride Çetin (Adem'in Eşi), Yetkin Dikinciler Adem, Hümeyra (Meryem), Cemal Hünal (Ulak İbrahim), Şerif Sezer (Esma) Çetin Tekindor (Masalcı Zekeriya) Ömer Hüsnü Turat (Musa), Atakan Yağız (Ferhat)
Yapım Yılı: 2007
Süre: 109dk
“... Biz ki evvel hepimiz kardeştik,
Bütün kitaplar hepimiz için gelmedi mi?
De ki şimdi ne değişti.
Ne oldu bize gayri...” Mehmet'in Kitabından...
Masallar vardır, geçmişten haber eder insanlığa, masallar vardır eğlencelik. Masalcılar vardır, herkes gibi, yer içer dolaşır, eğlenir, masalcılar vardır, insanı kendi ile yüzleştiren. Bu masalda böyle bir masaldır. Gökten düşmeyen elmaları saymazsak, anneannelerimizin, babaannelerimizin anlattığı masallardan bir farkı yoktur. Tıpkı filmler gibi, filmler de yönetmenlerin anlattığı masallar değil midir zaten. Hele hele Çağan Irmak gibi açık açık masalcılık yapan biri olunca anlatılan masalı dinlemek keyfiden öte Bir şey kazandırır insanoğluna. Film neredeyse tamamı bir platoda geçen yegane örneklerdendir. Sanat yönetimi ve dekor tasarım Mustafa Ziya Ülkenciler'in sihirli ellerinden çıkmış. Filmin başlangıcındaki “yazı” misali tüm filmde kullanılan tüm göstergeler, semboller, diller, işaretler, harfler ve daha birçok imgesel ve simgesel objeler özenle seçilmiş. Kah kendinizi “Ege Lisanıyla” İzmir civarında bir önceki filmdeki Deniz'in yerinde buluyorsunuz, kah zılgıt çeken kadınlarla, doğuda, oryantalist kültürün bir parçası. Kullanılan harflerin eski kent dilinde oluşu da tüm dünyaya yayıldığını anlatmak için kullanılmış bu masalda.
Masallarda diğer çağdaş edebiyat unsurlarının aksine, “yer”, “mekan” “uzam” üçgeni yoktur. Ne yer bellidir, ne de zaman. Uzam ise sen hayal ettiğin müddetçe vardır. Ta ki biri çıkıp da sana kim olduğunu, bu dünyada ne aradığını söyleyene kadar sen de anlamazsın bu masalda ne aradığını. İşte anlatıcı ya da masalcı bizi bu dünyadan kurtaran bir otacıdır, şifacıdır. Kah Shakespeare’de kah da Anadolu söylencelerinde çokça anlatılır. İnsanlar, senin yaptığın iyiliği, senin ağzından duymak, bilmek, tanık olmak istemez çünki. Masalcı bu durumu da ortadan kaldırır.
Bütün güzel hikayat,
Bütün güzel masallar gibi,
Bu da Yaradan'ın adı ile başlar...
Küçükken orta oyunu, ya da hayal perdesi yani Karagöz Hacivat oyunu izleyenler, Ortaoyuncunun yahut Hayalcinin şu sözünü duyarlar...
HAY HAK!
Allah'ın birliğini, temaşasını simgeleyen bu söz aynı zamanda İnsan'ın içindeki Tanrı'yı da anlatır.
Anadolu'da bazı toplumlar halen Tanrı'nın adını “ulu orta” söylemezler, işte masalın bu çok dilliği ve çok dinliği evrenselliğini de anlatır.
Masalcı ilk köyde anlattığı yalnızca Ulak İbrahim'in köye girişidir. Masalda ilk soruyla yarıda kalır. “Ne geldi başına?”
Ulak İbrahim’in başına ne geldiğini öğrenmemiz için masalcının bir başka köye gitmesi gerekmektedir. Yeni bir köy de bulunur seyyaha. Bu köy de dışarıdan diğer köylere benzer, oyuncular da özellikle kısmen ilk köydekilerle aynıdır. Çünki konunun “tiplerle” bir alakası yoktur. Masalda her köy birbirinin aynıdır. Kadınlar alışmıştır bu köyde kocalarının hizmetçisi olmaya, değişik gelir bu yüzden erkeklerin sofra toplaması. Onlar dedikodu yapmaya, eğriye doğru, doğruya eğri demeye alışmışlardır. Masalcı Zekeriya anlamıştır, bu köyün farklı olduğunu. Her ne kadar masalda tarih olmasa da bahsi geçen, ortaoyunu, hayal perdesi, kulplu kahve fincanları ki atalarımız ona “yandan çarklı” derlerdi, bize belli belirsiz bir tarih verir sanki. Bir önceki köyde çocuğun sorduğu yerden devam ederiz masala, İbrahim'e ne olmuştu? İnsanlar görmediği bilmediği şeyi hayal edemez. Masalları da hikayeleri de resimleri de hatta rüyaları da bilinçaltına attığı suretlerden çıkartır, anlatır, söyler, çizer. Çocuklarda öyle yapar.
Masaldaki tek masalcı da Zekeriya değildir. Bunu da ileride daha kolay anlayacağız. İlk masalı masalcı çocuklara, ikinci masalı da “Rabia Nene” anlatır İbrahim'in başında toplananlara.
Ne oluyor lan burada! Sözüyle masala başka bir söz daha eklenir. Adem belki kalabalığı dağıtamaz ama gücü oğlu Ferhat'a yeter. İnsanlar korktuğu şeyi sevmez bir tek. Fenalığı kul da bağışlar, Rab da. Masal yarıda kesilir bir kez daha. Esma, hiç bir şeyden anlamayan kızını bir zamanlar kendine yapıldığı gibi satmaya giderken, kendisini insanlığa diğerlerinin de kendine yaptığı gibi başka başka göstermeye çalışmaktadır. Belki başka çaresi yoktur. Belki de kendine bu iş daha kolay gelmektedir. Köyde, herkesin bir sırrı her kesin bir günahı vardır. Hiç günahı olmadığını düşünen bile günahsız değildir.
Müziklerde zaman zaman da “bir önceki filmi olan” Babam ve Oğlum'un müzikleri kullanılması Deniz'in masallarını hatırlatır. Picasso şöyle der, benim resim yapmam, kimilerinin öz yaşamlarını yazması gibidir. Bu kelam, her filminin senaryosunu yazan bir yönetmenle birleşince her filmi bir diğer filminin bağlantısı olduğunu hissettirir.
Zekeriya, Ömer'e; Ömer de Davut'a; Davut da Ferhat hariç diğer çocuklara söyler. Çocuklar da bize.
Kurt kuş uyunca, el ayak çekilince eski ahırda, kimseye söyleme...
Çocuklar herkesin uyumasını bekler. Ömer onları masalcıya ulaştıracaktır. Masal devam eder. Ferhat'da ordadır. Kurtuluşu olmayanlar kendilerini hayallerine adarlar. Adem, Ulak'ın kuduz olup olmadığını su ile sınadığı esnada, Masal dünyasından bir kez daha çıkarız. Zekeriya kayıp gençlerin suretlerinin olduğu parşömeni çocuklara gösterdiği vakit biz de anlarız ki aslında masal diye dinlediğimiz şey gerçeğin ta kendisi. Hiçbir günah gizli kalmaz. Tıpkı masalar gibi. Ferhat'ın babası olarak gördüğü adamın da günahları kendini asarak kurtarır kendini bu azaptan.
Her gün önünde el pençe divan durdukları Adem'in dirisine gösterdikleri saygıyı ölüsüne göstermezler. Hatta Ferhat'ın anlatımıyla onun mezarına işer. Köylü bu zalimden kurtulduğuna sevindiği sırada, kaybolan, öldürülen çocukların hayaletleri çıkar. Onlara bilip de sustukları için ah eder ve lanetler, onlardan kendilerine etmedikleri duaların hesabını sorar. Bir rüzgarla baş başa bırakır. Film zaman zaman bu dünyadan alışık olduğunuz Alevi Bektaşi inancında çokça rastladığımız kavramlar olan Kırklar ve Yediler'den de bahsederek, bize bir çeşit masal olan menkıbeleri de hatırlatır. Birkaç gere gördüğümüz kuş evleri de bize aslında bu köyün de diğerlerinden bir farkı olmadığını anlatır. Çünki biliriz ki hayvanları sevmeyen insanları da sevmez. Lakin kuş evleri boştur. Çünki insanları artık kimse sevmemekte ve dinlemektedir. Yönetmen çok yapmadığı bir şeyi de yapmış bu filmde, hayaletlerden biri de kendisidir. İnsan merak ettiği sürece yaşar, diğer köylerde bir günde anlattığı masalı, anlatamaz masalcı. Masal bir daha bir soruyla daha yarıda kalır. Adamlar o kişileri neden öldürdü?
Güneş doğarken çocukların yorgun düşen bedenleri uykuya daha çok ihtiyaç duyar. Büyükler o kadar etkilenmez uykusuzluktan. Uyanmayan çocuklar da köydeki işlerin yarım kalmasına sebep olmuşlardır. İşleri yarım kalan köylü de kendi yaptıkları sapkınlıklarla suçlar Masalcı Zekeriya'yı. Film ilerledikçe Masalcı Zekeriya'nın, salt masalcı olmadığını aynı zamanda bir Otacı olduğunu hasta kıza verdiği ilaçtan anlarız. Melek de üçüncü masalı anlatır annesine biraz doğru biraz da kurmacadır. Masalcı öyle bir masal anlatmıştır ki, korkanların cesaretleri gelmiş, cahiller bilgisizliği yenmiştir. Tanrı kutsal kitapta söyle seslenir Havva ile Adem’e bu cennet meyveleri sınırsızdır hepsinden yemekte özgürsünüz, yalnız; şuradaki gerçeği bilme ağacından yemeyin. İşte bilgi o ağacın meyvesidir yahut Prometeus'un Tanrılar katından çaldığı ateş. Eğer zalimleri yenemezseniz, onlardan korunmak için onların yanında olanlardan olursunuz. Bilmediğinden korkan her âdemoğlu gibi köylüde bilmediği Masalcı'dan korkar. Pir Sultan'a, Hallac-ı Mansur'a, Mehmed Aziz'e, Şeyh Bedreddin'e, Börklüce Mustafa'ya, Deniz Gezmiş'e yahut bilmediğimiz, adını dillendiremediğimiz; diğerlerine yaptıklarına yaparlar. Devleti milleti bölmekle, dinlerini değiştirmekle, ajanlıkla, pedofiliyle yahut başka başka iftiralarla suçlarlar. Zekeriya'yı da aynı nedenlerle köyden kovarlar. Hatta ondan önce ve sonra gelenlere yaptıkları gibi bilgiden korkar ve öldürmek isterler. Masalcı, Mehmet’in sürekli sondan anlattığı hikayesini anlatmaya tekrar koyulur. Mehmed, babası Hekim yani Otacı olan bir adamın nüzul yani kötürüm oğludur. Mehmed hakikat kitabı yazar kendini mehdi ilan eden diğerleri gibi. Ama İsa Mesih'i ele veren Yehuda İskaryot gibi, onu da kendi havarilerinden biri ele verir. Aydınlanmadan korkan bir kısım insan, Tanrı'nın kelamlarını duydukları zaman korktular. Çünki kendi kolaylarına gelen dünyadan kurtulmak zor gelir insanoğluna. Mehmet’in havarilerinden biri de Çağan Irmak'tır. Çünki yönetmenler aydınlığı gören ve ona tabi olan kişilerdir. Mehmed, öldürülmeden önce yazdığı kitabın bir nüshasını da babasının heybesine koyar. Bizim dinlediğimiz masal da işte bu kitaptandır. Masalcı'ya herkesin katılması gerekir, Davud'da, Meryem'de diğerleri de masala ve onu yazamaya devam eder. Ulak herkes için ayrı ayrıdır. Kimini kucaklayan bir baba, kimini atının terhisinde seyyaha çıkartan bir yağız delikanlı. Ulak herkesin kalbindeki eksiklikti, yokluk hiçliği dolduran bir kahramandı. Masala inanabilmek için sadece onu anlatanın ona inanması yetmez. Dinleyenlerin de ona inanması gerekir. Ferhat'a vuran Adem onun kafasının taşa çarpmasına sebep olmuştur. Küçük Ferhat'ın imdadına da yine türlü iftiralarla köyden kovdukları adam kurtaracaktır. Saffet de başka bir Masal anlatır kardeşi Melek'e inanarak. Tüm köylü yaptığı kötülüğün cezasını da cüzama yakalanarak ödeyecektir. Kurtulanlarsa sadece masalı bilenler, Ulak'a inanlar olacaktır. Kaderlerini değiştirmek için yeni bir masal anlatmaları gerekir, Zekeriya da Ferhat’la beraber Ulak'ın yanına gittiğinden masalı bu kez Ömer anlatır. Ve insanoğlunun en eski masalı olan kutsal kitaplara kaynaklık eden, Tekvin yani Çıkış başlar. Onları günahkarlar dünyasından kurtaran tek şey olan birbirlerine olan “yakınlığı, tutkusu” ve Masal'a olan inançları kalmıştır. Tıpkı, Mısırdan çıkışta Tanrı'nın koyduğu şart olan “Kelam”a olan inanç gibidir bu masala inanlarda.
İyi izlenceler...
Murad Çobanoğlu