"MUSTAFA HAKKINDA HERŞEY" HAKKINDA HER ŞEY
“Bazen Tanrılar’a bir kurban gerekir ki, onlar Tanrı olarak kalabilsinler”
MUSTAFA HAKKINDA HERŞEY
“Mustafa Hakkında Herşey” Hakkında Her Şey;
Yönetmen- Senaryo: Çağan Irmak,
Yapımcı: Abdullah Oğuz,
Görüntü: Selahattin Sancaklı,
Müzik: Mor ve Ötesi
Oyuncular: Fikret Kuşkan (Mustafa), Nejat İşler (Fikret), Başak Köklükaya (Ceren) Şerif Sezer (Mustafa’nın Annesi)
Yapım Yılı: 2003
Süre: 115dk
Bu seride gerek dizi sektörüne getirdiği canlık ve sinema sektöründe yaptığı değişikliklerle yönetmen ve senarist Çağan Irmak filmleri konu alınacaktır. Sırasıyla, Mustafa Hakkında Herşey, Babam ve Oğlum, Ulak ve Issız Adam’ın sakladığı sırları dilimiz döndüğü kadar anlatmaya çalışacağız.
Şöyle bir düşünürsek sinema içinde olduğu çağı yansıttığı kadar yönetmenin iç dünyasını da yansıtır. Her yönetmen kendisine evrensel bir konu seçer, Çağan Irmak'da da bu evrensel konu MASAL DÜNYASI’dır. Yönetmen adeta bizi masal dünyasıyla yeniden tanıştıran bir MASAL’cıdır… Mustafa Hakkında Herşey’de yönetmen bu ilk masalını anlatır. “Binbir Gece Masalları” başlar...
Bazı filmler vardır, döne dolana, canınız sıkıldığında, moraliniz bozulduğunda, iyi bir şansa ihtiyacınız olduğunda; bilgisayarınıza, DVD’inize takar ve içinde olduğunuz kötü ortamdan kurtulursunuz. Mustafa Hakkında Herşey böyle bir film.
Sizi ilk izlediğinizde “Luis Buñuel'in “Gündüz Güzeli (Belle de Jour) benzerinde bir hikaye çağrıştırsa da aslında konunun bu kadar kolay olmadığını film ilerledikçe gösterecektir. Mustafa, hayatta bir erkeğin sahip olabileceği her şeye sahiptir, Güzel bir eşi, ve belki de daha fazlası, yakışıklı, afacan, bilmiş bir oğlu, iyi bir kariyeri ve işi, etrafında “O” Tanrımışçasına dolanan bir yığın çalışanı, mükemmel bir evi velhasıl onun bu dünyada kendisinin Tanrı olduğunu düşünebileceği her şeyi vardır. Film, seyirciyi bir sıfır önden başlatarak, “Türkçe”de “her şey”in ayrı yazılması gerekirken birleşik yazarak, baştan bize bu filmde bir hata, cümlenin öznesi de Mustafa olduğundan “Mustafa”nın hayatında yolunda gitmeyen şeyler olduğunu düşündürür.
Mustafa filmin açılışında, elinde iyi cins bir marka silahla ve silahla aynı özellikte bir cipin içinde “kendini imtihan” eder. Buradan, Mustafa’nın yaşamına ve düğününe “aktüel handcam” ile konuk oluruz. Mustafa’nın hayatındaki lüksler burada da karşımıza çıkar, düğünde bir önceki sahnede “radyo efekti olarak kullanılan”, “Mor ve Ötesi” hiç kimsenin farkında olmadığı bir dünyayı anlatmaktadır. Kamera tüm konuklarla sohbete başlar, kamera Mustafa’nın annesine çevrildiğinde, Mustafa’nın bir aslında gizlediği çok önemli sırlar olduğunu bize anlatmaya başlar. İki ailenin “Saadet” üzerine verdikleri cevaplar arasında kültürel de bir uçurum vardır. Mustafa mutlu ailesi ile birlikte “düğün görüntülerinden oluşturulan” görüntüleri izlerken, Ceren’in “telefonu çalar” ve modern ve medeni yaşam atmosferinde “Ceren” telefonla özel konuşur. Biz sadece “Hayır” ve “Tamam”a şahit oluruz. Zihnimizde bu kelimelerin boşluklarını doldurmaya çalıştığımız sırada, yatma vakti gelmiştir, çocuk ve kadın “kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin”i söylerken, Mustafa, “annesinin karnından Bach” dinleyerek doğmuş insanlar gibi davranmaya devam eder, Ceren’de ilk kez “Mustafa ile aralarındaki kültürel farklılığı dillendirir. Bu “şık erkek”, yatak odasında da eşini aynı şıklıkla karşılar, dişlerini fırçalar, duş alır ve öyle sevişmeye başlar. Ceren ise bütün bunları içine sindirmiş ve gerçekten annesinin karnında Bach dinleyerek doğmuş birisidir.
Toplantı sahnesi ise Mustafa’nın sadece kadınlar için değil, erkekler için de mükemmel bir partner olduğu düşüncesini hayata geçirir. Hakan Ka, Tanrıya yapılmayacak bir günah işlemiş ve onun “ÖZEL İSMİYLE” seslenmiştir. Tanrı onu, Kedisine fazlalık gelen ve onun parasını yediğini düşündüğü için hemen gözden çıkarır.
Ceren, iyi huylu bir eştir ve eşinin ona sürekli bahsettiği toplantısının nasıl geçtiğini merak ettiği için ya da kuşkulandırmak istemediği için, telefon eder. Biz sadece “sağ torpido gözü doğru bir bakış görürüz. Yönetmen “Mustafa’nın ve Ceren’in gözünden bir hadise anlatmamı özellikle seçmiştir. Telefon kapandığın andan itibaren on dakika sonra tekrar çalar, bu kez arayan polistir, Ceren bir kaza geçirmiştir. Kaza geçirmesine de sebep trafik kurallarına uymayan bir şoför sebep olmuştur. Tıpkı kendisinin “marketten dönerken” yaptığı gibi.
Kısa süren bir telefon görüşmesiyle, polisin verdiği adrese gider, yıkılmış zengin bir adam ancak alay konusu olmalıdır, ancak böyle aralarındaki fiyat farkı ortadan kalkar,
Mustafa, Ceren’in yanındaki bu adamı tanımamaktadır, fakat polis sanki ordaymışçasına “aşığı ve cüzdanından resmi” çıktığını söyler. Deliye dönen Mustafa, yerlerde sürünürken, genç adamın (Fikret) ailesi gelir, Mustafa’ya benzemeyen bu aile nerden çıkmıştır. Nerden girmişlerdir Mustafa’nın “mükemmel dünyasına”, Bu esnada, bir oyunculuk şenliği de yaşanır ve Fikret Kuşkan’ın “ağzından salyalar dökülerek” yaptığı konuşma bir oyunculuk şenliğidir.
Eve geldiğinde, Ceren’in yakın arkadaşı ve kendi annesi içerde otururken, Mustafa; hiç beklenmedik bir şekilde, koşu bandında koşmaktadır, küçük çocuğun “annem öldü” demesiyle de “hem fizik olarak hem de ruhsal açıdan” yıkılır. Annesi ile baş başa kaldığında da “nefret ettiği feodal adetlere tutunmaya çalışır, ölü evine gelen yemeklerden bahseder, belki annesi Kardeşini ona hatırlatır diye ama annesi bunu yapmaz, bilmezden gelmeye devam eder.....
Tanrılar her zaman kendilerine yer yüzündeki en zayıf insanları seçerler haberci olsunlar diye. Mustafa’da öyle yapar ve bu “küçük” insanların dünyasını çözmek için, Hademe ile paraya dayalı bir antlaşma yapar. Lakin “bu küçük” insanlar yalan söylemeye meyillidir, annesinden bunu çok iyi öğrenmiştir.
Mustafa, yine filmin başladığı ilk noktaya döner, elinde bir tabanca, ve bir cipte “kendini imtihan eder”, Taksici genç Fikret, işe çıktığı sırada, onu yakalar ve kaçırır.
Karısının yanındaki o adam kimdi?(.)
O anda ve o andan önce onla paylaşmadığı neler yaşamıştı?(.)
O adamda kendinde olmayan ne görmüştü?(.)
Kapalı soru işaretlerini çözmeye çalışır. Kapalı çünki aslında Mustafa her şeyi bildiği gibi bütün bu cevapları da biliyordu. ama olayın ayrıntılarını da merak ediyordur.
Tüm iletişim cihazlarından kurtulur, Ceren yaşasaydı “boya yaptıracağı” eve gelir. İkiliyi “Ceren” karşılar, bu hayal, Fikret’e midir? Yoksa Mustafa’ya mı? Orası çok da açık değildir. Şurası kesindir ki, Fikret, evin banyosunu bilmektedir. Ama bir erkeğin bir banyonun yerini bilmesi aldatma da delil midir? Orası muammadır.
Mustafa’nın Fikret’e karşı sürekli kendini gösterme takıntısı, ben iyi yemek yapıyorum, iyi giyiniyorum, iyi müzik dinliyorum iyi sevişiyorum tümceleri artık hat safhaya çıkar ki “cinsel organını çıkararak”, Fikret’in üzerine işer, bu erkeksi “yabani” bir dürtüdür, aslanlar, idrarlarıyla kendilerine bir saha çizerler, Mustafa’da bu “organ gösterme” ve bakma takıntısı olmuştur, feodal zihniyetlerde çok görülen “organ boyu merakıdır” bu. Fikret yıkanırken, normal bir erkek gibi yüzüne değil, onun cinsel organına bakar çünki.
Binbir gece masalları yer yer Hansel ile Gratel’e döner, “cadı” Hansel’i iyice ve güzel yemeklerle besledikten sonra yiyecektir çünki. Fikret sonunda hikayesine başlar. Nerde tanıştıklarını, nasıl ilişkiye girdiklerini, en ince ayrıntıyla anlatır, lakin sevişme görüntüleri, tek taraflıdır, bir erkeğin bir kadından, bir hayat kadınından haz alması kadar sıradandır, adamın düş dünyası o kadar çünki, kimse bilmediği şeyleri hayal edemez. Fikret hikayesi bitince bilir ki yaşama umudu da bitecektir. Birkaç kere kaçmaya kalkar lakin beceremez. Artık tekrar “güçlü olan Mustafa’dır”… ancak Mustafa’nın da en az Fikret kadar sakladığı gizemleri vardır. Bu sırada biz de Mustafa’nın iç dünyasına başka bir yolculuk yaparız. Kendisi bütün hayatını yeniden çizse de geçmişini silememiştir. Hilkat garibesi olan bir kardeşi vardır ve tam da Darvinizm’in tartışıldığı bu çağlarda Darvin ve Marx geleneklerine göre “güçlünün hayatta kalması” ilkesini benimseyen bir çocuktur. O herkes için en iyisini “ta çocukken” düşünmeye başlamıştır. Babaları onları, özürlü oğlu yüzünden terk ettiğinde, annesi sırf onu oyalamak için, babasından geliyormuşçasına mektuplar yazmış, lakin Mustafa bunu anlamış ve bu durumu çözmenin en iyi yolu özürlü kardeşini ortadan kaldırmak olduğunu keşfetmişti. Belki de bunu “ölsün kurtulsun” feodal zihniyeti çerçevesinde gerçekleştirmiştir. İşte “ağabey” takıntısı da “feodal kültürden nefret etmesi değil” “ağabey”ini hatırlama isteğidir. Ağabeyinin öldüğünü de yine mahalleye kendi bildirir, her iki dünyada da bir tek ortak nokta vardır, o da ölünün arkasından yapılan dedikodular, Ceren’de de, Mustafa’nın ağabeylisinde de bu değişmez. Bu durumda “Fikret” onun ilk cinayeti olmayacaktı. Annesi ve kendisi, kendine ağır gelen bu sırla yıllarca yaşamıştı. Lakin feodalite iki durumda adeta hortlar biri insanın cinsel dürtülerine baş kaldıramadığında, biri de aç kaldığında; eğer insan cinsel bir açlığı söz konuysa “beraber olduğu tipin, entelektüel birikimi, görünüşü, dünyaya bakışı ve hatta cinsel tercihi” bile önemli olmaya bilir. İşte söz konusu bazı coğrafi bölgelerden gelmiş kendi örf ve adaplarına göre “aykırı olan” bazı kişilerle beraber olanları da böyle açıklarsınız. Konuya Freudyen bakışımızı teğet geçerek, bir kişi aç kaldığında da “ekmeği bölerek değil de, ısırarak yiyorsa” aynı cinsel dürtülerinde olduğu gibi kendisini ilkel insana teslim ediyor demektir. Çünki “her iki koldan AÇLIK” en temel dürtüdür…
Mustafa “açtır”!
Mustafa biten erzakı toparlamak adına kente iner ve alış veriş yapar, dönüşte tıpkı Ceren’in ölümüne sebep olan adam gibi, çok hızlı ve tehlikeli bir şekilde araba kullanır, onun için de; kadınların trafikte ne işi olabilir, onlar diğer kadınlar gibi, evde durmalı, çocuk büyütmeli, eşine akşam kendisini sunma görüşü bu durumda ağır basar.
Mustafa işte bu ait olmadığı dünyada olmaya çalışmış ancak başaramamıştır. Ve her başarısız olan kişi gibi bazı obsesyonlar, takıntılar düzen hastalığı hayatında meydana gelen her olayı kontrol etme istedi hatta sekste bile korunma derdi, kapari ısrarı ile kendi gibi insanları ezme isteği, Mustafa’yı içinde olmak istediği dünyaya yaklaştıracağı yerde daha da uzaklaştırmıştır.
Fikret’in anlattıklarında doğruluk payı olup olmadığı konusu ise bence bir muammadır. Çünki tek bir “sahne” yoktur ki, “Ceren” ile “Fikret” arasında bir ilişki gösterilsin. Seks sahneleri tamamen, Fikret gözünden anlatılan hadiselerdir. Genelde feodal dünyada yaşayan erkekler, bir kız kendisine selam verdiyse, onunla yatmak istiyordur ya da kendisi bir kıza selam verdiğinde onu uzaktan gören arkadaşlarına kızla arasında bir şeyler olduğu hissi yaratmaya kalkar, Fikret de onlardan faklı değildir, biz sadece “baştaki telefon görüşmesinden”, “polisin anlattığı cüzdandaki lakin yönetmenin özellikle göstermediği fotoğraf hadisesinden”, “Mustafa ile yaptığı son telefon kapandığında” Ceren’in baktığı yerden; hadiseyi kendi zihnimizde birleştirmeye çalışırız. Son sahnede ise Fikret, Ceren’in Mustafa’nın en sevdiği parçayı söylediğini söylüyor. Mustafa o zamana kadar bir pislik gibi davrandığı ve hatta ilk sahnede küfür ettiği Fikret’e “Hangisiydi be Fikret, hiç mi hatırlamıyorsun”, diye nerdeyse çok yakın arkadaşıymış gibi davranır. Lakin, Fikret de artık bu işkenceden yeteri kadar sıkılmış olacak ki, müzik setine koyduğu son CD’de “bu ağabey” der. Çalan kızıl papaz olarak da bilinen Vivaldi'dir. Mustafa “Bach”ın “Erbarme dich”i değildir. Mustafa bu besteciyi hiç sevmez. Ve idare edildiğini anlar. Mustafa bir Tanrıysa hayat vermek de almak da onun hakkıdır. Kimse onu oyuna getiremez.
Annesini cep telefonundan arar ve geleceğini söyler. Fikret için sayılı saatlerdir artık, ölüm vakti yaklaşmıştır. Mustafa kazdığı çukurun tam dibine hayatla, ölüm sınırında durur, her zamanki gibi bir sigara yakar, ilkinde “aldatılan koca olarak intikam” alır. Ve tetiği çeker, lakin bu hırsın öldürülmesidir. Aynı sahneyi tekrar. Görürüz ateş böceklerinden etkilendiği için Mustafa orayı terk eder, mutlu yuvasına geri döner, orası da pek mutlu değildir, geçmişle hesaplaşması gerekmektedir, ilki annesinin üstündeki “kırmızı renkli” kazaktır. Bu kazağı Fikret ona anlatmıştır daha önce çünki, “lakin adamın da dediği gibi” bin tane kazağı vardır, bakmak istemedikçe görmeyiz.
İkinci hesaplaşma ise annesiyledir, ağabeyini öldürdüğünü itiraf ettiği sırada, kadının söylediği diyaloglar ise yani köylü bilgeler vardır, hiçbir entelektüel birikimi olmadığı düşünülen insanlar, öyle diyaloglardır, “aklımı kaçırmamak için, aklımı çıkardım attım”, “geçmiş sen nasıl hatırlamak istiyorsan öyledir”, işte tam bu bilge kadınlara göre sözcüklerdir. Bize feodalitenin de normal şartlar altında korkulası bir durum olmadığını anlatır.
Son sahnede, Mustafa ziyaret etmezken, çünki ölü ziyaretleri de feodal adetlerdendir, Fikret, Ceren’in mezarını ziyaret ettiği izlenimini uyandırır. Biz Ceren yazısını hiç görmeyiz, mezar başka birinin de mezarı olabilir......
İyi izlenceler...
Murad ÇOBANOĞLU
MUSTAFA HAKKINDA HERŞEY
“Mustafa Hakkında Herşey” Hakkında Her Şey;
Yönetmen- Senaryo: Çağan Irmak,
Yapımcı: Abdullah Oğuz,
Görüntü: Selahattin Sancaklı,
Müzik: Mor ve Ötesi
Oyuncular: Fikret Kuşkan (Mustafa), Nejat İşler (Fikret), Başak Köklükaya (Ceren) Şerif Sezer (Mustafa’nın Annesi)
Yapım Yılı: 2003
Süre: 115dk
Bu seride gerek dizi sektörüne getirdiği canlık ve sinema sektöründe yaptığı değişikliklerle yönetmen ve senarist Çağan Irmak filmleri konu alınacaktır. Sırasıyla, Mustafa Hakkında Herşey, Babam ve Oğlum, Ulak ve Issız Adam’ın sakladığı sırları dilimiz döndüğü kadar anlatmaya çalışacağız.
Şöyle bir düşünürsek sinema içinde olduğu çağı yansıttığı kadar yönetmenin iç dünyasını da yansıtır. Her yönetmen kendisine evrensel bir konu seçer, Çağan Irmak'da da bu evrensel konu MASAL DÜNYASI’dır. Yönetmen adeta bizi masal dünyasıyla yeniden tanıştıran bir MASAL’cıdır… Mustafa Hakkında Herşey’de yönetmen bu ilk masalını anlatır. “Binbir Gece Masalları” başlar...
Bazı filmler vardır, döne dolana, canınız sıkıldığında, moraliniz bozulduğunda, iyi bir şansa ihtiyacınız olduğunda; bilgisayarınıza, DVD’inize takar ve içinde olduğunuz kötü ortamdan kurtulursunuz. Mustafa Hakkında Herşey böyle bir film.
Sizi ilk izlediğinizde “Luis Buñuel'in “Gündüz Güzeli (Belle de Jour) benzerinde bir hikaye çağrıştırsa da aslında konunun bu kadar kolay olmadığını film ilerledikçe gösterecektir. Mustafa, hayatta bir erkeğin sahip olabileceği her şeye sahiptir, Güzel bir eşi, ve belki de daha fazlası, yakışıklı, afacan, bilmiş bir oğlu, iyi bir kariyeri ve işi, etrafında “O” Tanrımışçasına dolanan bir yığın çalışanı, mükemmel bir evi velhasıl onun bu dünyada kendisinin Tanrı olduğunu düşünebileceği her şeyi vardır. Film, seyirciyi bir sıfır önden başlatarak, “Türkçe”de “her şey”in ayrı yazılması gerekirken birleşik yazarak, baştan bize bu filmde bir hata, cümlenin öznesi de Mustafa olduğundan “Mustafa”nın hayatında yolunda gitmeyen şeyler olduğunu düşündürür.
Mustafa filmin açılışında, elinde iyi cins bir marka silahla ve silahla aynı özellikte bir cipin içinde “kendini imtihan” eder. Buradan, Mustafa’nın yaşamına ve düğününe “aktüel handcam” ile konuk oluruz. Mustafa’nın hayatındaki lüksler burada da karşımıza çıkar, düğünde bir önceki sahnede “radyo efekti olarak kullanılan”, “Mor ve Ötesi” hiç kimsenin farkında olmadığı bir dünyayı anlatmaktadır. Kamera tüm konuklarla sohbete başlar, kamera Mustafa’nın annesine çevrildiğinde, Mustafa’nın bir aslında gizlediği çok önemli sırlar olduğunu bize anlatmaya başlar. İki ailenin “Saadet” üzerine verdikleri cevaplar arasında kültürel de bir uçurum vardır. Mustafa mutlu ailesi ile birlikte “düğün görüntülerinden oluşturulan” görüntüleri izlerken, Ceren’in “telefonu çalar” ve modern ve medeni yaşam atmosferinde “Ceren” telefonla özel konuşur. Biz sadece “Hayır” ve “Tamam”a şahit oluruz. Zihnimizde bu kelimelerin boşluklarını doldurmaya çalıştığımız sırada, yatma vakti gelmiştir, çocuk ve kadın “kovaladıkça kaçan ateş böceğim misin”i söylerken, Mustafa, “annesinin karnından Bach” dinleyerek doğmuş insanlar gibi davranmaya devam eder, Ceren’de ilk kez “Mustafa ile aralarındaki kültürel farklılığı dillendirir. Bu “şık erkek”, yatak odasında da eşini aynı şıklıkla karşılar, dişlerini fırçalar, duş alır ve öyle sevişmeye başlar. Ceren ise bütün bunları içine sindirmiş ve gerçekten annesinin karnında Bach dinleyerek doğmuş birisidir.
Toplantı sahnesi ise Mustafa’nın sadece kadınlar için değil, erkekler için de mükemmel bir partner olduğu düşüncesini hayata geçirir. Hakan Ka, Tanrıya yapılmayacak bir günah işlemiş ve onun “ÖZEL İSMİYLE” seslenmiştir. Tanrı onu, Kedisine fazlalık gelen ve onun parasını yediğini düşündüğü için hemen gözden çıkarır.
Ceren, iyi huylu bir eştir ve eşinin ona sürekli bahsettiği toplantısının nasıl geçtiğini merak ettiği için ya da kuşkulandırmak istemediği için, telefon eder. Biz sadece “sağ torpido gözü doğru bir bakış görürüz. Yönetmen “Mustafa’nın ve Ceren’in gözünden bir hadise anlatmamı özellikle seçmiştir. Telefon kapandığın andan itibaren on dakika sonra tekrar çalar, bu kez arayan polistir, Ceren bir kaza geçirmiştir. Kaza geçirmesine de sebep trafik kurallarına uymayan bir şoför sebep olmuştur. Tıpkı kendisinin “marketten dönerken” yaptığı gibi.
Kısa süren bir telefon görüşmesiyle, polisin verdiği adrese gider, yıkılmış zengin bir adam ancak alay konusu olmalıdır, ancak böyle aralarındaki fiyat farkı ortadan kalkar,
Mustafa, Ceren’in yanındaki bu adamı tanımamaktadır, fakat polis sanki ordaymışçasına “aşığı ve cüzdanından resmi” çıktığını söyler. Deliye dönen Mustafa, yerlerde sürünürken, genç adamın (Fikret) ailesi gelir, Mustafa’ya benzemeyen bu aile nerden çıkmıştır. Nerden girmişlerdir Mustafa’nın “mükemmel dünyasına”, Bu esnada, bir oyunculuk şenliği de yaşanır ve Fikret Kuşkan’ın “ağzından salyalar dökülerek” yaptığı konuşma bir oyunculuk şenliğidir.
Eve geldiğinde, Ceren’in yakın arkadaşı ve kendi annesi içerde otururken, Mustafa; hiç beklenmedik bir şekilde, koşu bandında koşmaktadır, küçük çocuğun “annem öldü” demesiyle de “hem fizik olarak hem de ruhsal açıdan” yıkılır. Annesi ile baş başa kaldığında da “nefret ettiği feodal adetlere tutunmaya çalışır, ölü evine gelen yemeklerden bahseder, belki annesi Kardeşini ona hatırlatır diye ama annesi bunu yapmaz, bilmezden gelmeye devam eder.....
Tanrılar her zaman kendilerine yer yüzündeki en zayıf insanları seçerler haberci olsunlar diye. Mustafa’da öyle yapar ve bu “küçük” insanların dünyasını çözmek için, Hademe ile paraya dayalı bir antlaşma yapar. Lakin “bu küçük” insanlar yalan söylemeye meyillidir, annesinden bunu çok iyi öğrenmiştir.
Mustafa, yine filmin başladığı ilk noktaya döner, elinde bir tabanca, ve bir cipte “kendini imtihan eder”, Taksici genç Fikret, işe çıktığı sırada, onu yakalar ve kaçırır.
Karısının yanındaki o adam kimdi?(.)
O anda ve o andan önce onla paylaşmadığı neler yaşamıştı?(.)
O adamda kendinde olmayan ne görmüştü?(.)
Kapalı soru işaretlerini çözmeye çalışır. Kapalı çünki aslında Mustafa her şeyi bildiği gibi bütün bu cevapları da biliyordu. ama olayın ayrıntılarını da merak ediyordur.
Tüm iletişim cihazlarından kurtulur, Ceren yaşasaydı “boya yaptıracağı” eve gelir. İkiliyi “Ceren” karşılar, bu hayal, Fikret’e midir? Yoksa Mustafa’ya mı? Orası çok da açık değildir. Şurası kesindir ki, Fikret, evin banyosunu bilmektedir. Ama bir erkeğin bir banyonun yerini bilmesi aldatma da delil midir? Orası muammadır.
Mustafa’nın Fikret’e karşı sürekli kendini gösterme takıntısı, ben iyi yemek yapıyorum, iyi giyiniyorum, iyi müzik dinliyorum iyi sevişiyorum tümceleri artık hat safhaya çıkar ki “cinsel organını çıkararak”, Fikret’in üzerine işer, bu erkeksi “yabani” bir dürtüdür, aslanlar, idrarlarıyla kendilerine bir saha çizerler, Mustafa’da bu “organ gösterme” ve bakma takıntısı olmuştur, feodal zihniyetlerde çok görülen “organ boyu merakıdır” bu. Fikret yıkanırken, normal bir erkek gibi yüzüne değil, onun cinsel organına bakar çünki.
Binbir gece masalları yer yer Hansel ile Gratel’e döner, “cadı” Hansel’i iyice ve güzel yemeklerle besledikten sonra yiyecektir çünki. Fikret sonunda hikayesine başlar. Nerde tanıştıklarını, nasıl ilişkiye girdiklerini, en ince ayrıntıyla anlatır, lakin sevişme görüntüleri, tek taraflıdır, bir erkeğin bir kadından, bir hayat kadınından haz alması kadar sıradandır, adamın düş dünyası o kadar çünki, kimse bilmediği şeyleri hayal edemez. Fikret hikayesi bitince bilir ki yaşama umudu da bitecektir. Birkaç kere kaçmaya kalkar lakin beceremez. Artık tekrar “güçlü olan Mustafa’dır”… ancak Mustafa’nın da en az Fikret kadar sakladığı gizemleri vardır. Bu sırada biz de Mustafa’nın iç dünyasına başka bir yolculuk yaparız. Kendisi bütün hayatını yeniden çizse de geçmişini silememiştir. Hilkat garibesi olan bir kardeşi vardır ve tam da Darvinizm’in tartışıldığı bu çağlarda Darvin ve Marx geleneklerine göre “güçlünün hayatta kalması” ilkesini benimseyen bir çocuktur. O herkes için en iyisini “ta çocukken” düşünmeye başlamıştır. Babaları onları, özürlü oğlu yüzünden terk ettiğinde, annesi sırf onu oyalamak için, babasından geliyormuşçasına mektuplar yazmış, lakin Mustafa bunu anlamış ve bu durumu çözmenin en iyi yolu özürlü kardeşini ortadan kaldırmak olduğunu keşfetmişti. Belki de bunu “ölsün kurtulsun” feodal zihniyeti çerçevesinde gerçekleştirmiştir. İşte “ağabey” takıntısı da “feodal kültürden nefret etmesi değil” “ağabey”ini hatırlama isteğidir. Ağabeyinin öldüğünü de yine mahalleye kendi bildirir, her iki dünyada da bir tek ortak nokta vardır, o da ölünün arkasından yapılan dedikodular, Ceren’de de, Mustafa’nın ağabeylisinde de bu değişmez. Bu durumda “Fikret” onun ilk cinayeti olmayacaktı. Annesi ve kendisi, kendine ağır gelen bu sırla yıllarca yaşamıştı. Lakin feodalite iki durumda adeta hortlar biri insanın cinsel dürtülerine baş kaldıramadığında, biri de aç kaldığında; eğer insan cinsel bir açlığı söz konuysa “beraber olduğu tipin, entelektüel birikimi, görünüşü, dünyaya bakışı ve hatta cinsel tercihi” bile önemli olmaya bilir. İşte söz konusu bazı coğrafi bölgelerden gelmiş kendi örf ve adaplarına göre “aykırı olan” bazı kişilerle beraber olanları da böyle açıklarsınız. Konuya Freudyen bakışımızı teğet geçerek, bir kişi aç kaldığında da “ekmeği bölerek değil de, ısırarak yiyorsa” aynı cinsel dürtülerinde olduğu gibi kendisini ilkel insana teslim ediyor demektir. Çünki “her iki koldan AÇLIK” en temel dürtüdür…
Mustafa “açtır”!
Mustafa biten erzakı toparlamak adına kente iner ve alış veriş yapar, dönüşte tıpkı Ceren’in ölümüne sebep olan adam gibi, çok hızlı ve tehlikeli bir şekilde araba kullanır, onun için de; kadınların trafikte ne işi olabilir, onlar diğer kadınlar gibi, evde durmalı, çocuk büyütmeli, eşine akşam kendisini sunma görüşü bu durumda ağır basar.
Mustafa işte bu ait olmadığı dünyada olmaya çalışmış ancak başaramamıştır. Ve her başarısız olan kişi gibi bazı obsesyonlar, takıntılar düzen hastalığı hayatında meydana gelen her olayı kontrol etme istedi hatta sekste bile korunma derdi, kapari ısrarı ile kendi gibi insanları ezme isteği, Mustafa’yı içinde olmak istediği dünyaya yaklaştıracağı yerde daha da uzaklaştırmıştır.
Fikret’in anlattıklarında doğruluk payı olup olmadığı konusu ise bence bir muammadır. Çünki tek bir “sahne” yoktur ki, “Ceren” ile “Fikret” arasında bir ilişki gösterilsin. Seks sahneleri tamamen, Fikret gözünden anlatılan hadiselerdir. Genelde feodal dünyada yaşayan erkekler, bir kız kendisine selam verdiyse, onunla yatmak istiyordur ya da kendisi bir kıza selam verdiğinde onu uzaktan gören arkadaşlarına kızla arasında bir şeyler olduğu hissi yaratmaya kalkar, Fikret de onlardan faklı değildir, biz sadece “baştaki telefon görüşmesinden”, “polisin anlattığı cüzdandaki lakin yönetmenin özellikle göstermediği fotoğraf hadisesinden”, “Mustafa ile yaptığı son telefon kapandığında” Ceren’in baktığı yerden; hadiseyi kendi zihnimizde birleştirmeye çalışırız. Son sahnede ise Fikret, Ceren’in Mustafa’nın en sevdiği parçayı söylediğini söylüyor. Mustafa o zamana kadar bir pislik gibi davrandığı ve hatta ilk sahnede küfür ettiği Fikret’e “Hangisiydi be Fikret, hiç mi hatırlamıyorsun”, diye nerdeyse çok yakın arkadaşıymış gibi davranır. Lakin, Fikret de artık bu işkenceden yeteri kadar sıkılmış olacak ki, müzik setine koyduğu son CD’de “bu ağabey” der. Çalan kızıl papaz olarak da bilinen Vivaldi'dir. Mustafa “Bach”ın “Erbarme dich”i değildir. Mustafa bu besteciyi hiç sevmez. Ve idare edildiğini anlar. Mustafa bir Tanrıysa hayat vermek de almak da onun hakkıdır. Kimse onu oyuna getiremez.
Annesini cep telefonundan arar ve geleceğini söyler. Fikret için sayılı saatlerdir artık, ölüm vakti yaklaşmıştır. Mustafa kazdığı çukurun tam dibine hayatla, ölüm sınırında durur, her zamanki gibi bir sigara yakar, ilkinde “aldatılan koca olarak intikam” alır. Ve tetiği çeker, lakin bu hırsın öldürülmesidir. Aynı sahneyi tekrar. Görürüz ateş böceklerinden etkilendiği için Mustafa orayı terk eder, mutlu yuvasına geri döner, orası da pek mutlu değildir, geçmişle hesaplaşması gerekmektedir, ilki annesinin üstündeki “kırmızı renkli” kazaktır. Bu kazağı Fikret ona anlatmıştır daha önce çünki, “lakin adamın da dediği gibi” bin tane kazağı vardır, bakmak istemedikçe görmeyiz.
İkinci hesaplaşma ise annesiyledir, ağabeyini öldürdüğünü itiraf ettiği sırada, kadının söylediği diyaloglar ise yani köylü bilgeler vardır, hiçbir entelektüel birikimi olmadığı düşünülen insanlar, öyle diyaloglardır, “aklımı kaçırmamak için, aklımı çıkardım attım”, “geçmiş sen nasıl hatırlamak istiyorsan öyledir”, işte tam bu bilge kadınlara göre sözcüklerdir. Bize feodalitenin de normal şartlar altında korkulası bir durum olmadığını anlatır.
Son sahnede, Mustafa ziyaret etmezken, çünki ölü ziyaretleri de feodal adetlerdendir, Fikret, Ceren’in mezarını ziyaret ettiği izlenimini uyandırır. Biz Ceren yazısını hiç görmeyiz, mezar başka birinin de mezarı olabilir......
İyi izlenceler...
Murad ÇOBANOĞLU