Bir Pir Sultan Abdal Okuma Denemesi. (Açılın Kapılar Şah'a Gidelim)
Tasavvuf Şiirlerinin anlamları "öyle günümüz Türkçesiyle" anlaşılacak şeyler değildir. Her ne kadar Pir Sultan Abdal denen kişinin "gerçekte yaşayıp yaşadığı" yazılan tüm şiirlerin "bir kişiye ait olup olmadığı" tartışılsa da elde var olan ve bizi 16.yy'a kadar götüren şiirlerdir. Onlardan biri benim de sık sık dillendirdiğim hemen hemen her "Devlet/Ulus Tanımı içerikli" yazıda sıklıkla tekrarlamaktan keyif aldığım şiir olan "Açılın kapılar Şah'a gidelim". Şiiri oldu. Erdoğan'ı ve İktidarı haklı ve masum çıkarmak için geçen yaşadığımız elim maden faciasında muhalefetin 15 gün önce verdiği Soma önergesinde yaptıkları gibi; "google'a; dünyadaki maden kazaları" yazan danışmanları. Bu kez de google "Alevi İsyanları" yazmış olacak ki, "1800'lü yılların maden kazaları" argümanı gibi bu kez de "Hızır Paşa" meselesini bulmuşlar.
Hızır Paşa, rivayet odur ki, Pir Sultan'ın ki asıl adı Hz. Ali'nin de bir sıfatı olan Haydar'dır, yanında eğitim alan bir "gariban köylüdür". Pir Sultan yine rivayet odur ki başına gelecekleri bile bile onu Medrese'ye göndertir. Ancak Pir Sultan, Osmanlı'nın Alevileri "Sünnileştirme" yani İbadet hanelerinin Cami, ibadet şekillerinin de Namaz" olmasını sağlamaya çalışmasına isyan eder. İsyan ettiği şey, bugün Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinin 2. Maddesidir;
"Madde 2- Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir
görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir
ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün
özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet
altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı
ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya
203 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir
ayrım gözetilmeyecektir"
Kadılar ise "Pir Sultan'ın nüfusunu, halk tarafından sevilip sayılmasını" kötüye kullandığını. Masum sivil halkı kandırdığını iddia eder. Pir Sultan Abdal da "sizin Kadılarınız harama bulaşır benim köpeklerim harama bulaşmaz" der. İspat için de "iki tabak yal (yemek) koyun biri helal olsun biri haram" benim köpeklerim bile haram yemez der. Denilen yapılır ve "kadılar" haram olan sahandan köpekler ise helal olan sahandan yerler. Pir Sultan ilk davasından "beraat eder". Rivayet odur ki çıkarken de bu şiiri okur.
Hızır Paşa bizi ber-dâr etmeden
Pir Sultan'ın "Hızır Paşa" demesi aslında bugün ki "Siz"/"sayın" ın karşıtıdır. Zira Hızır bir Devlet görevlisi ve Validir.
Açılın kapılar Şah'a gidelim
"Kapı", "Der" demekti. "Dersaadet (İstanbul'un eski adı) Saadet Kapısı (Devlet Kapısı), Şah ise İran Şah'ından çok "Şah'ım eyvallah eyvallah" taki kişi yani Hz. Ali'nin ta kendisidir.
Siyaset günleri gelip yetmeden
İdamların yapıldığı alana "Siyaset Meydanı" denirdi. Siyaset, Seyis kökünden gelir, tımar edilmek anlamındadır. Tımarhane, gibi. Halkı yola sokmak anlamına gelir bir anlamda.
Açılın kapılar şaha gidelim
Gönül çıkmak ister, Şah'ın köşküne
Can boyanmak ister, Ali müşküne
Pirim Ali on ik'imam aşkına
Alevilikte her kimse "Can"dır. Dişi ve Eril yoktur. Canlar vardır. Alevi ailelerin çocuklarına 1. ya da 2. isim olarak "Can" koyması bu yüzdendir. Gerek Mevlana olsun, Gerekse Hz. İsa olsun "tasavvuf"ta, "kişiler "Dişi" olarak görülür. Mevlana kendini "dişi" olarak görür ve "Vuslat'ın gelini" olduğunu söyler. Kavramları "bugünün" anlam ve mahiyetinde değerlendirmeyecek kadar zeki olduğunuzu var sayarak yazdığımı hatırlatıyorum. Şeb-i Aruz esasında "düğün gecesidir". Mevlana bu gecenin gelinidir. Tıpkı Pir Sultan ve Hz. İsa'da olduğu gibi. Gönül vasfı da bu "aşkın tezahürüdür" işte. "Şah'ın Köşkü" dediği konu ise İran Safevi Devleti'nin "oturduğu" mahiyet değil, "Şah-ı Pir" olan Hz.Ali'nin "tikkun*" felsefesindeki gibi Yüce Yaratıcının bir parçası, Nasıl ki her mum ateşi "her hangi bir ateşin" parçası ise onun da Yüce Yaradanın bir parçası olduğuna inanıldığı için Köşk ile kastı Hz Ali'nin "makamıdır".
Açılın kapılar şaha gidelim
Her nereye gitsem, yolum dumandır
Yol "makamdır". Tüm "tasavvufi" metinlerde, çizgiler eşliğinde gösterilir. Uzaktan bakılırsa "fiziki bir yolu" verir.
Bizi böyle kılan, ahd-ü amandır
Osmanlı'nın devlet sistemi "Kul" sistemine dayanırdı. Zira Devlet'in gerçek anlamı Osmanlı'da "Mülk" tür. Mülk, Malik yani Allah demektir. Padişah yani "Halife" Allah'ın yer yüzündeki gölgesiydi. Allah adına "can alır" ve "rızık" dağıtırdı. Kul yani "tebaa", Mülk'ün 2 dudağı arasındaydı. Onun "var demesiyle" var olur, "yok demesiyle" yok olurdu. Sonralarda çıkarılan "Kanunnameler" Padişah ile Kulu yani Devlet'le tabayı birbirinden ayırsa da, Saray eşrafından kişiler için tehlike halen devam etti. Zira, misal VI. Murad gibi bir adamın, Bursa'nın köyünde yaşayan "Süleymanoğlu Mahmud"la bir hukuku olmazdı. Ancak Mahmud'un devletle yani Mülk'le sorunları olabilirdi. Günümüzde Savcı hukuku halen "kamu avukatlığı" yapmaktadır. Yani, Savcı, Kamunun özelde Devletin "avukatıdır". Suçluyu yahut suçlu olduğu şüphesi uyandıran kişileri suçlar ve iddianameler hazırlar. "Ahd-ü Aman" , yalvarmak, ricada bulunmak anlamına gelir. Yani Devletten bir şey istenmez. Ancak "devlet" ki Mülk, lütfeder de verir. Lütfedip yol yapar, hastane yapar, okul yapar, lütfeder size "gösteri için izin verir". Lütfeder kömür, makarna, iaşe verir. 16.yy'da tüm bunlar çok normaldir. Ancak günümüzde "tebaa" yani "kul" sistemi yıkılmış. Dini "önderler" ve "makamlar" bile "sadece" sembolik birer bina olarak işlevini sürdürmüştür. Modern devlet inancı, Osmanlı'daki Kahhar ve Kerim Devlet inancından çok fark farklıdır. Görüldüğü gibi Kerim ve Kahhar da "Allah'ın adlarından ikisidir". Kahhar, "kahredici; Kerim ise "cömert lütuf sahibi" anlamına gelir. Günümüz devlet sisteminde ise "Halk" tebaanın yerini almış, Devlet'in yani Mülk'ün yerini de Parlamento almıştır. İşleyişte ise "bir değişiklik" olmamış, halk yine "işleyişte" devletin "kulu" olmuştur. Pir Sultan işte o zamanlardan bu devlet anlayışını benimsememiş, onun yerine "Merkeze" insan koyan. Her işini "insana" odaklı yapan, Fetih ekonomisi yerine üretim ekonomisini savunmuştu.
Zincir boynum sıktı hayli zamandır
Zincir ve boyun fiziksel anlamlarından ziyade tasavvufi terimler olarak "halkın zapturapt altına alınması" anlamına gelir ki, düzene baş kaldırmak, uyum sağlamak ve tüm bu "Kahhar Devlet" sistemini üzerine çekmek anlamına gelir. Devletin yani Malikin tüm "çirkin suratını" burada görebilirsiniz. Gariban bir köylü olan Hızır Paşa'dan bir bisikleti bile olmayan adamların Devlet gücüne "muktedir" olduktan sonra nasıl değişebileceklerini, ta o günlerden görmüş, yazmıştı Pir Sultan Abdal. Belki de sevilmesinin asıl nedeni budur.
Açılın kapılar Şah'a gidelim...
Muhabbetle
Murad Çobanoğlu